Çarşamba, Kasım 30, 2016

Son Okuduklarım 8


Abidin Dino'nun kısa hayat öyküsü, iki kısımlı, ilk kısım, kendi notlarından oluşuyor, bir hatıra kitabı eskizi gibi...Başlamış, devam etmemiş. İkinci kısım, bir söyleşi. İlginç bir tokluğu var kitabın, anlatacak çok şeyi varmış hissi uyandırıyor. İyi sorular sorulsaymış, Abidin Dino çok şey anlatabilirmiş. Bir defa eğlenceli bir adammış. Rappacci'nin Kızı, fantastik edebiyatın köşetaşlarından olan bir uzun öykü. Atmosferi ve karamsar-karanlık tutkusu için okunmalı. Desen, Sempé yayımlamaya başlamış, umarım arkasını getirirler.  Sempé'nin iyimserliği, evren kurabilme ustalığı çok güzel. Bakarken-izlerken yüzünüze bir neşe oturuyor. Duman, Selçuk Demirel'in John Berger metnine eşlik eden çizimlerinden oluşuyor. Yakın zamanda gördüğüm en iyi Demirel işi diyebilirim. Severek çizmiş...


Arap Edebiyatına devam. Düğün Evi'ne başladığımda çok ümitlenmiştim, tekrara düşüyor, hantallaşıyor. İşte Warhol güzel bir görsel kitap. Bir hayat hikayesi, kısa bir entelektüel biyografi. İçerdeki Andrew Rae'nin bazı çizimleri çok başarılı. Neye Vinyet Neye Kısmet, Semih Poroy'un Varlık dergisinde yayımlanan vinyetlerinden derlenmiş. Güzel bir toplama olmuş. Bekarlık Sultanlıktır, Yalçın Çetin çizimli bir Aziz Nesin çizgi romanı. Bence, Aziz Nesin mizahını iyi anlatan, derli toplu iyi bir örnek. Çizgi roman dizisinin en başarılı kitabı da olabilir.


Par Avion, bir sergi kitabı. Abidin Dino'nun Gülten Akın'a yazdığı mektuplardan ve Seyran Destanı için kullanılan-kullanılmayan çizimlerden oluşuyor. Güzel kitap olmuş. Piyasaya dağılmamış olabilir, Ankara GaleriNev'den edinilebilir. Ne zamandır Bukowski okumuyordum, bir değişiklik olacağından değil ama yine de insan bir kıpırtı, bir başkalık umuyor, bulamadım, okumasam olurmuş. Blacksad'in beşinci albümü Amarillo, çizgiler enfes, senaryo, dördüncü albüme göre biraz dağılmış ama seviyorum atmosferini. Bay Tilki, güzel bir çocuk serisi, Kırmızı İp ikinci kitabı. İlki Kitapsever Bay Tilki'ydi. Başarılı bir dizi. Hep Kitap, ilginç seçimler yapıyor, izliyorum.

Salı, Kasım 29, 2016

Dün'den Kalan
















Yanılıyor olabilirim, benden kaynaklanan gerekçelerle, İstanbul'da, çizgi romanla ilgili ilk kez konuştum. Biraz derneğin ısrarı, biraz da  yarı akademik bile olsa, epeydir bir şey sunmamıştım, sunayım istedim. Arada eş dost gördüm, iki lafın belini kırdık, hava değişikliği oldu filan.

Hava değişikliği ruhen ve mecazen tabii. Yoksa o kadar çok yağmur yağıyordu ki, önce uçak şehre inemedi, iki buçuk saat hava kaldık. Havaalanından kaldığımız yere varmamı, sonra İlban Abi ile birlikte o yağmurda, Gayrettepe'den Karaköy'e iki saatte ulaşmamızı sayarsam saatlerce yolda kaldım. Saatlerce...

Salon o fırtınaya rağmen doluydu, İstanbul işte diyorsun, öyle ya da böyle, bir kalabalığı bir ilgisi oluyor.

Bir insanın ömrünü yollarda harcaması, tek bir şey yapamadan, bir yerden bir başka yere ulaşmaya çalışarak geçirmesi, bana o kadar anlamsız geliyor ki...Sürekli mücadele ediyorsun şehirle, yolla, trafikle... Delirtici bir şey...Sürekli tetiktesin, sürekli atlatmaya, geçmeye, baş etmeye çalışıyorsun.Ne kadar yaşıyoruz ki...

Dün'den geriye kalan şey, konuşmak, eş dost görmek filan değil  hep bu garip hissiyat oldu...

Fotoğraflar şuradan

Muammer



Pazartesi, Kasım 28, 2016

Bugün


Bugün, İstanbul'da, Salt Galata'da, akşam saat 19:30'da, Ersin (Karabulut) ve İlban Abi (Ertem) ile birlikte, şehri ve çizgi romanı konuşacağız. Biri tarihi (Puslu Kıtalar Atlası) diğeri modern İstanbul'u (Çizgili Tişört) anlatan iki usta çizerin arasında ben de biraz tarih, biraz sosyoloji, biraz falan filan yapıp, örnekler göstereceğim. Sohbete bekleriz.

Perşembe, Kasım 24, 2016

Göç



Bu memleketin elinde doğal gaz, petrol ya da getirisi olan bir başka maddi kaynağı yok, hiç olmadı, dışarıya bağımlıyız. Turizm dersek içinde bulunduğumuz koşullar nedeniyle var mı yok mu belli değil...

Eldeki tek şey, geriye kalan tek kaynak, hep böyleydi, getirisi ve potansiyeli olabilecek tek unsur insanımız...

Ama biz yetişmiş, eğitimli, enerjisi, kapasitesi olan insanımızı korkutuyor, suçluyor,dışlıyor ve göçe zorluyoruz. Demokrasiyi askıya alıyor, ifade özgürlüğünü engelliyor, hak arama hakkını yok sayıyoruz.

O gitsin yenisini buluruz durumu değil bu...

Çarşamba, Kasım 23, 2016

Nedir Bu Hegemonya?


Görmüş, duymuş olabilirsiniz. Ahaber, geçtiğimiz günlerde mizah dergilerini hedef gösteren on dakikalık, kendi deyişleriyle bir analiz yayımlamış.
link

Haber metninde kullanılan dil ve üslubu ölçü alırsak anlatılanlara nasıl analiz diyebiliriz bilemiyorum. Mesafesi ve mukayesesi olmayan bir yaklaşımı ciddiye almak doğru da değil ama ne yazık ki  hep birlikte yaşıyoruz, insan sıra mizah dergilerine mi geldi diye endişe ediyor.

Öte yandan şunu merak etmedim değil, bu metni kim yazdı veya neye dayanarak üretildi.

Meğerse, AKP'ye yakın kuruluşlarından biri olan Seta tarafından bu konuda bir rapor yayımlanmış. Yukarıdaki görsel, o raporun adını ve yazarını gösteren kapağına ait. Alt başlığında hegemonya geçiyor, ona da şaşırmıyorum. Rapor,  atıf ve iddialarıyla akademik olma iddiası taşıyor, bu bakımdan en azından bir cevap verilebilir. Gerçi, çok sayıda maddi hata içeren, alanı ve literatürü bilmediğini gösteren vasat bir metin...Levent (Gönenç) ile birlikte bir cevap yazacağız.

Haber videosuyla birarada düşününce hegemonya iddiası sahiden içler acısı. Rapor yazdırıyorsun, televizyonlarında haber yaptırıyorsun, hedef gösteriyorsun sonra yok algı operasyonu, yok iftira suikasti fılan sıralıyorsun. Bunlar hegemonya nedir bilmiyorlar, keşke kimden öğrendilerse ona bir sorsalar...

Alayına İsyan


Her ay Kafa'da...

Mimarlık ve Çizgi Roman


[Tanıtım Metninden.... ] İstanbul Serbest Mimarlar Derneği’nin Kalebodur’un desteği ile birlikte Salt Galata’da düzenlediği “Mimarlık Ve…” buluşmalarının dördüncüsü 28 Kasım Pazartesi günü “İstanbulSMD ve Kalebodur’la Pazartesi Buluşmaları - Mimarlık ve Çizgi Roman” başlığı altında gerçekleşiyor.

“Mimarlık ve Çizgi Roman” buluşmasında, Türkiye’nin çizgi roman ve mizah alanında yazıları ve çizimleriyle öne çıkan karikatürist ve yazarları bir araya geliyor. 1990’lı yıllara kadar, Gırgır ve Fırt’ta yazılar yazan ve geçtiğimiz yıl İhsan Oktay Anar’ın Puslu Kıtalar Atlası kitabını resimleriyle yorumlayan İlban Ertem ve Uykusuz mizah dergisinden tanınan, Sandık İçi, Sandık İçi 2, Sevgili Günlük, Amatör ve Çizgili Tişört isimli kitapları bulunan Ersin Karabulut’un buluşacağı Mimarlık ve Çizgi Roman buluşmasını Levent Cantek yönetecek. Türkiye’de Çizgi Roman, Çizgili Hayat Kılavuzu ve Anadolu Masalları başta olmak üzere çizgi roman ve mizah üzerine önemli kitapların yazarı olan Levent Cantek bu alanda Türkiye’nin sayılı akademisyenlerinden biri.

Mekan ve kentlerin çizgi romanlarda tasviri, çizerlerin yapılı çevreyi yorumlamaları panelde tartışılırken, aynı zamanda kentsel bellek ve mimarlığın değişiminin bu çizgilere nasıl yansıdığı da konuşulacak.

İki saate yakın sürecek, herkese açık ve ücretsiz olacak “İstanbulSMD ve Kalebodur’la Pazartesi Buluşmaları” adlı konuşmalar serisinde, ilerleyen aylarda da farklı pencerelerden mimarlığa bakılacak. Bu panellerde katılımcı konukların çağdaş mimarlık ve kent hayatı üzerine kişisel deneyimleri ve gözlemleri izleyicilerle paylaşılacak. Kalebodur’un desteği ile düzenlenen “Mimarlık Ve…” adı altındaki paneller serisi ile İstanbulSMD, mimarlık dışındaki alanlarda çalışanlarla mimarlığı ve kentleşmeyi bir arada tartışmaya açıyor.

“Mimarlık ve Çizgi Roman” paneli 28 Kasım Pazartesi günü saat 19:00-20:30 arasında Salt Galata’da ücretsiz izlenebilir. 


link

Salı, Kasım 22, 2016

En İyi 50


İdefix, her sene yaptığı gibi yılın en iyi 50 Romanını sıralamış. Bana da sormuşlardı, İletişim'de çalıştığım için İletişim kitabı, Türkçe edebiyat editörü olduğum için yerlilerden tek bir örnek seçmedim. Listede 8 İletişim kitabı var, 7'si Türkçe edebiyat, ne yalan söyleyeyim hafiften gururlandım.
link

Cumartesi, Kasım 19, 2016

Önsöz




Serüven’in fikir olarak ortaya çıkışıyla, “dergi” olması arasında iki buçuk ay gibi kısa bir zaman var. Raşit Çavaş’a, “Bir dergi düşünüyorum” dediğimde, “Tamam, yapalım!” dedi. Sadece bu kadar… Bana “aşk, gözyaşı, kan, ter ve ihtiras” vaad eden bir serüvene atılmak kalmıştı. Daha önce Çizgili Hayat Kılavuzu’nu (İletişim Yayınları, 2002) birlikte hazırladığımız arkadaşlarla konuştum. Hemen herkesin beni heyecanla desteklemesiyle daha da heveslendim. Bazen sırf adettendir, şıklık olsun diye duygusal ifadeler kullanılır. Ama bütün samimiyetimle yazıyorum: Serüven hayata geçtiyse eğer, bunun nedeni tek kelimeyle “paylaşmaktan kaçınmayan” insanlardır. Umut ediyorum ki, bizi vareden bu heyecan, Serüven’i kimselerin görmediği ayrıntıların tarihçisi, neşeli ama iddialı bir yorumcu ve alanın haysiyetli bir dergisi yapmaya da yeter.

Dergi çıkmadan önce, “Nasıl bir dergi?” diye soranlar oluyordu. Bir şeyler anlatıyordum elbet ama hep söylediğim bir söz vardı: “Hele bir yola çıksın, kervan yolda düzelir”. Ama bu, kervan’ın yola çıkış nedeni olmadığını veya bir tavrımız bulunmadığını göstermez.

Serüven’in alt başlığı olan “çizgi roman araştırmaları dergisi” ibaresinin oldukça açıklayıcı olduğunu sanıyorum. Çizgi romanı üretici, okuyucu, koleksiyoncu, meraklı veya akademisyen ilgilerini kapsayacak biçimde ele almaya kararlıyız. Çizgi roman kavramını bilinen, tartışılmaz bir bilgi kategorisi olarak ele almaya niyetli değiliz. Çizgi roman denildiğinde akla gelen her türlü ürün, anlayış ve tutumlara karşı eşit mesafede durmak istiyoruz. Çizgi romanı kapalı bir metne, fetişleştirilmiş bir nesneye dönüştürmemeye çalışacağız. Çizgi romana içeriden bakan “fan” metinleri kadar onun doğasını sorgulayan denemeleri de kullanacağız. Bu, kimi zaman tutarlılık ve birliğe direnen, birbirleriyle çelişen metinlere yer vereceğimiz anlamına da geliyor. Böylesi bir “karmaşa” Türkiye’de çizgi roman araştırmaları gibi bir alanın sınırlılıklarıyla da maluldür kuşkusuz. Serüven adını seçişimizin bir nedeni de bu: bilinmeyen, daha önce keşfedilmemiş bir kıtanın kaşifleri gibi hissediyoruz kendimizi. Daha önce konuşulmamış çizgi romanlar, kayıp çizerler, unutulmuş ayrıntılar, görünenin arkasındakiler bizi hep meşgul edecek. Serüven’in seyir defteri, umarız, geleceğe güçlü bir arşiv olarak kalır. 

[Nostaljik görünüyor biliyorum, eski yazılarımı bloga yüklüyorum. 2004 yılında çıkardığımız Serüven için yazdığım önsöz.]

Cuma, Kasım 18, 2016

Dolar Niye Peşimizde?


Tecavüzün suç olduğunu söylemek, bunu hatırlatmak bile insana ağır geliyor. Gerim gerim gerilerek, tapınmayla tepinme arasında, inatla körleşiliyor, bu kadar aşikar bir mesele  ıvır kıvır düzeyinde bile konuşulamıyor. Tartışılacak nesi var ki bunun, taraf olunamayacak konular vardır, bu da bunlardan biri işte. Bu tartışma bize ne kazandırıyor? Bildiklerimizin sağlamasını mı yapıyoruz? Yoksa unuttuklarımızı mı hatırlıyoruz?

Gazeteci fıkrası gibi olacak ama dolar bize karşı bu kadar yükselmişken, başımıza bir şey gelirse ne olacak peki, evlendircekler mi lirayı dolarla...Evlenirsek düzelcek mi her şey...


Perşembe, Kasım 17, 2016

Pembe İyimser bir Renktir



Arakçı, metropolde tek başına yaşayan, beyaz yakalı genç bir kadının hayatının birkaç günlük kesitini anlatıyor. Reklam ajansında çalışan Corrina Park’ın kendisiyle, yaptığı işle, yalnızlığı ve geleceğiyle ilgili arayışını okuyoruz. Rutinleşen biçimde işine gidip gelen genç insan tekinin sıkıntılarını ve büyümesini izliyoruz da denebilirdi. Albümde güzel diyaloglar ve sahneler yok değil ama göz alıcılık ve asıl maharet çizgilerde, kareler arası akışkanlıkta. Kore asıllı Kanadalı çizer Michael Cho, bize metropol kalabalığını ve mekânsal sıkışmayı ustalıkla gösteriyor. Corrina’nın bir başınalığı, kendini sakınması, endişeleri, insanlardan kaçma arzusu, geleceği hakkındaki kararsızlığı, bilmezliği bu çizgilerle daha güzel pekiştiriliyor.  Hikâyenin yavaşlığı ve tekrarı, soğuk ve mesafeli bir atmosferle tamamlanıyor.

Nasıl bir hikâye Arakçı? Eskiden sanat dergilerinde küçük hikâye derlerdi, şimdi minimal demeyi tercih ediyoruz. Çizgi roman tarihinde bu tür anlatıların kendine yer bulması hele edebiyatla kıyaslanırsa çok ama çok yenidir. En fazla elli yıl geriye gidebiliriz. Çizgi romanlar süratli, mutlaka bir olağanüstülüğe dayanan tahkiyelerdir. Bu anlayışın dışına çıkmak, anlatıyı yavaşlatmak veya hikâyeyi bilerek tamamlamamak, endüstrinin işleyişi gereği çok da kolay olmadı. Avrupa’da “roman” vurgusu yaparak, edebiyatla yakınlık kurarak takdim edilirdi böylesi çizgili anlatılar. İlk örneklere bakarsak, ayrıksılığı abartarak vurguladıkları görülüyor, bazen balon ya da anlatım kutusu kullanılmadan sunuluyor bazen de tam tersini yaparak metni, söz sanatını çoğaltıyorlardı. Biçim, içeriğin önüne geçiyordu veya. Grafik roman akımı yaygınlaştıkça minimal hikâyeler sayıca arttılar, yeni bir okura hitap eden, editöryal ilgi gören bir tür oldular.

Bizimkisi gibi sert ülkelerde, bağırarak kendini gösteren, abartıyı normalleştiren hikâyeler seviliyor. Çizgi romanı da içine katarak büyük edebiyattan söz ediyorum. Bizim karakterlerimiz olağandışı olaylar dizgesinin içinde öğrenir, olgunlaşır ve değişirler. Yazarlar bize büyük gerçeği ifşa eder, yalanı, riyayı, oyunu, dümeni, alçaklığı gösterir, bunun intikamını alırlar ya da alamayıp bağıra çağıra bir kez daha yenilirler. Sanat ve edebiyat, bizimkisi gibi ülkelerde olup bitenlerle rekabet etmekte zorlanırlar. Muhtemelen bu yüzden “bağırmak” zorundalar, ne söyleseler, ne yazsalar eksik kalacakları bir hayatın içindeler çünkü. Tanpınar’ın “Türkiye evlatlarına kendisinden başka bir şeyle meşgul olmak imkânını vermiyor” hayıflanması, öyle güzel anlatıyor ki içine bulunduğumuz halet-i ruhiyeyi. Arakçı, dikkatinizi çekerim, böyle bir siyaset ve kültür ortamında yayınlanıyor, bizimkisi gibi zorlukları olan bir kültürde üretilmemiş üstelik. Hayli Amerikalı, hayli Batılı, oralar için hayli normal bir sıkıntıyı mesele etmiş. Amerika’da, genel olarak Batı’da, mezuniyet sonrası, gençlik kültürünün ilgisini çeken bir hikâye odağı ve konuşulan bir anksiyetisidir.

Corrina, öğrenciliği sırasında stajyer olarak bir reklam ajansına girmiş, ortalamanın üzerinde bir görgüye ve zekâya sahip olduğu için kadrolu olmuş, kendine hayat kurabilmiş. Sorun şu ki, kolayca dâhil olduğu için kendini ve mesleğini sorgulama gereği duymamış.  İşe gidiyor, günü geçiriyor, bir erkek arkadaşı olsun istiyor, kedisine mamasını veriyor, televizyon izliyor, internette vakit geçiriyor ve uyuyor. Her zaman ihtiyatlı ve mesafeli, kendi koyduğu sınırları aşmıyor. Sonra bir gün, işle ilgili bir toplantıda gereksiz, meseleyi anlamadığını gösteren bir öneride bulunuyor ve her şey olumsuz biçimde tersine dönüyor. Patronu, pozcu ve klişeci sözlerle, reklamcı olmayı isteyip istemediğini soruyor. Mesleğine ve dolayısıyla kendisine hayran, Halil Cibran aforizmalarıyla konuşan reklamcı patron tiplemesi çok başarılı. Corrina, onun sözlerinden çok işsiz kalırsa başına gelecekleri düşünerek endişeleniyor. Kurulu düzeninin bozulacak olmasından dolayı tedirginliği giderek artıyor. Yazar olmak istediğini böylelikle öğreniyoruz. Yazar olmanın sahici ve vazgeçilmez bir tutkusu olup olmadığını ise bilmiyoruz. İş yerindekiler, Candi hariç, bir biçimde yalan söyleyen, kendini korumak için rol keserek “yaşayan”  insanlar. İş dünyasının rekabetçi ortamında insan kalabildiklerini, sanata ilgi duyduklarını, hâlâ hayalperest olduklarını ispatlamaya çalışıyorlar. Sakin, entelektüel ve anlamaktan yorulmuş, çok yaşamış birileri gibi davranıyorlar. Corrina, bu dünyaya isyan eden, direnen, muhalefet eden biri sanılmasın. Aksine, onlara benzediği için orada çalışıyor, rekabet edemediği için de dışlanıyor.

Hikâye, iki ayrı hayal kırıklığıyla, Corrina’nın onlarla başederek kendine yeni bir yol açmasıyla sonlanıyor. İyi bir insanla karşılaşıyor, hiç ummadığı anda oyun oynar gibi dergi çaldığı marketin kasiyerine yakalanıyor. O yüzleşme Corrina’ya iyi geliyor, karar vermesini kolaylaştırıyor. Mutlu son da denebilir buna, iyiliğin varlığı da… Hikâye, başladığı tempoda, birkaç günlük seyrin sonunda, genç kadının çalıştığı yerden istifa etmesiyle bitiyor. Arakçı, seyir süratiyle soap operaları, pembe dizileri andırmıyor değil. Çizgi romanda, siyah ve beyazın dışında üçüncü renk olarak pembe kullanıldığını hatırlatayım.

Bizim çizgi roman okurumuz bu tür öykülere alışkın değil, yayınevini sırf bu yüzden takdir etmek gerekiyor. Korkarım, hikâyeyle ilgilenebilecek edebiyat okuru da kitabın özgün adı olan Shoplifter için tercih edilen Arakçı tercümesini çok anlamayacak, pulp evreninin mübalağalı sertliğinin bir parçası sanacak. Belki de bile isteye geleneksel okuru cezbetmek için seçildi, bilemiyorum.  Shoplifter, alışveriş sırasında mağazalardan yapılan küçük hırsızlıklara verilen bir isim. Market hırsızlığı olarak biliniyor. Yaygın bir hırsızlık olduğu için, güvenlik sistemleri buna göre yapılandırılıyor. Çok daha eskiden bu çalma arzusu kleptomani olarak adlandırılırdı veya yakalanan küçük suçlular, bu psikolojik saplantıya sığınırlardı. Shoplifter, kapitalist sistemde sıradan insanların suç ve ceza sınırlarını zorladıkları, suç işleyerek rahatladıkları küçük nişlerden sayılıyor, pek çok suça göre sempatiyle bakılıyor. Corrina, tam da o niş içinde, suçluluk ile tuhaf bir meydan okuyuculuk arasında salınıyor. Kendini iyi ve güçlü hissettiği, hafif suçlu, hafif masum, hafif modern ve okura aşina gelen bir tutku içeriyor yaptıkları. 

Arakçı, farklı bir çizgi romanla karşılaşmak isteyen okur için iyi bir fırsat. Çizgileri, tasarımı, geçişleri, mizansenleri ayrıca çok başarılı. Geniş açıyı kullanma biçimi, birdenbire yakınlaşması ve ardışıklığı son derece etkileyici. Çizgili sanatlarla uğraşan herkesin bu yumuşak üslubu ucundan kıyısından incelemesi gerekiyor.

[Sabit Fikir, Ekim 2016]

Pazartesi, Kasım 14, 2016

Behzat Ç. 10.Yıl Özel Baskısı



Her Temas İz Bırakır'ın yayımlanışının onuncu yılı nedeniyle iki Behzat Ç. romanını biraraya getiren özel bir kitap hazırladık. İçerde Deniz'in (Karagül) kitap için özel çizimlerini kullandık ve kırmızıyı öne çıkartan bir estetik tercihte bulunduk.

Dünya


Geçen hafta, okumaya-yazmaya, iş yetiştirmeye o kadar odaklandım ki... Sosyal medyaya hiç bakmadım, zaten yıllardır televizyon seyretmiyorum. Evden de çıkmayınca, gençlerle karşılaşmayınca, hepten uzaklaşmış olmalıyım ki tam anlamıyla dünyadan kopmuşum. Tivitır'da gördüm, Amerika'nın başkanı değişmiş örneğin, önce bir parodi sandım, meğer değilmiş.

Üniversitede popüler kültür çalışırken, olup bitenleri mutlaka izlemem gerekir gibi gelirdi. Delice bir tutkuyla aktüeli izlerdim. Evde gazeteler keser, dosyalar, kutular yapar, istifler, malzemeyi başlıklara ayrırırdım. Bazı gazeteleri ve dergileri izleyememek beni kahrederdi. Sırf bu nedenle ktüphaneye gider, fotokopiler çektirirdim.

Sonra gazete-medya tarihi çalıştıkça bu huyumdan vazgeçtim. Güncel gazeteleri ve köşe yazarlarını takip etmeyi doksanlı yılların sonunda bıraktım. Kütüphaneye gidiyor, sadece eski gazete okuyordum, o dönemden kalma onlarca defter, binlerce sayfa fotokopi, evin bir yerlerinde duruyor. 1930-1950 arası çıkan yayınlara yönelik merakım,bir ara o kadar arttı ki, bütün dünyamı kaplar hale geldi.

Galiba bir on yıldır televizyon izlemiyorum, daha fazla da olabilir. Sansür yüzünden tek bir şey seyretmez oldum. İnternetten toparladığım filmleri, dizileri seyrediyorum o kadar.

Altı yedi yıl olmuştur, Türkçe edebiyat dosyaları okuyorum, ekmek parası, yayınevine gelen dosyalarla geçiyor ömrüm. Gazetelerin eskisi yenisi filan kalmadı. Arada yaptığım işlerin duyurusunu yapmasam, blog dışında sosyal medyaya hiç girmemiş olacağım. Durumumu benzersiz gördüğüm için söylemiyorum bunları. İnsanın ilgileri değişiyor onu demek istiyorum. Kimi olaylarda geçen pek çok ismi bilmiyorum artık, kim oldukları hakkında zerre fikrim yok. Bir yayınevi, bir tv sunucusunun kitabını yayımlamış. Bunu söyleyen gençler, popülist seçimi nedeniyle o yayınevini eleştiriyorlardı, ben bilmiyorum mesela, yüzünü görmedim, adını bile bilmiyordum o sunucunun. Bu ne ki denebilir, yirmi yıl önce böyle değildim, bilirdim.

Yaşlandıkça bu inziva halim koyulaşacak onu iyi biliyorum.

Emekliliğime bir buçuk yıl kaldı, arada dünya bastırınca hatırlıyor, oturup gün sayıyorum.

Cuma, Kasım 11, 2016

2016'nın En İlgi Çekici Romanları


İdefix'ten sordular, bir liste çıkardım. Benden kaynaklanan iki nedenle eksik bir liste. Birincisi, bu tür listelemelerde çalıştığım yayınevinden, İletişim'den kitap almıyorum. İkincisi, Türkçe edebiyat editörlüğü yaptığım için Türkçe edebiyatla ilgili bir seçim yapmıyorum.


33, Kjersti Skomsvold, Jaguar
Animal Triste, Monika Maron, Alef
Bedenin Güncesi, Daniel Pennac, Ayrıntı
Cinayet Sanatı, Peter Ackroyd, YKY
Değişim, Mo Yan, Can Yayınları
Kahire Modern, Necip Mahfuz, Kırmızı Kedi
Kısa Mektup-Uzun Veda,  Peter Handke, Aylak Adam
Sputnik Sevgilim, Haruki Murakami, Doğan
Tüketilmiş, David Cronenberg, YKY
Zamanın Gürültüsü, Julian Barnes, Ayrıntı

Ses Veriyorum


Gri Ankara’ya bakan bir terasta sürekli bir şeyler içip hasbihâl eden iki arkadaş, Burak ve Avukat, neden yan yana duruyorlar? Birlikte susmanın, birlikte içmenin ve birlikte anlamanın garip yarenliği… Giray Kemer şehrin rutinini, boşluğu, vakit öldürmeyi, yerine bir şey koyamamayı anlatıyor. Şehrin sokaklarında, barlarında; gökyüzünü seyrederek, acele etmeden, ses vererek, seslenerek, rehavetle…

Ses Veriyorum, kırık bir aşk hikâyesini ilginç bir arkadaşlıkla doldurarak geçiştirmenin, unutmanın, şehri ve yaşanmışlıkları geride bırakmanın romanı.

Perşembe, Kasım 10, 2016

Üretirseniz...



-Bize biraz çizgi romanın Türkiye'ye girişini, zaman içinde nasıl aşamalardan geçtiğini nasıl bir kitleyle karşılaştığını anlatır mısınız?

Türkiye’de çizgi roman, gazete ve dergi yayımcılığıyla bir arada gelişen, yerli üretim olarak yoğunlaşmasını 1950’li yıllardan itibaren gerçekleştiren bir tür. Önce çocuklara hitap ediyor ama özellikle yerli çizgi roman, yetişkinlere yönelik bir içerikle varoluyor. Gırgır ve sonrasındaysa underground niteliğini pekiştiriyor. Bizim çizgi romanımızın en temel özelliği bu; çocuklar için düşünülmüş ve popülerlik kazanmış üretimimiz yok gibidir.

-Çizgi romanın gelişimi dünden bugüne nasıl dönemlerden geçti, kısaca anlatır mısınız?

Bizde çocuk dergileriyle başladı gazetelerde çoğaldı, sonra mizah dergileriyle devam etti. Telif neredeyse üretim de o mecraya göre biçimlenir. Yerli çizgi romandan söz ediyorum, yoksa yabancı kaynaklı dergi-kitap-albümle ilgili bir pazar var, o başka bir mesele, onu yayıncılarla konuşmalısınız.

- Türkiye'de çizgi romanın popülerliği, bir çizgi roman üreticisi olarak sizce nasıl?

Neyle kıyasladığımızla ilgili ama bu. Bence ne çok kötü ne de iyi… Kendi devranında dönüyor. Türkiye’de bir yazarın telifle geçinmesi, sadece yazarak hayatını sürdürebilmesi çok zordur. Benzer bir sorun çizerler için de geçerli. Popüler çizerler, popüler çizgi romancılar var, eskiden çok satan ve doğal olarak çok popüler olan mecralar vardı, şimdi yok, eskisi gibi yok. O yüzden daha çok çalışmak gerekiyor.


-Aslında bir diğer merak ettiğim basım ve yayım kısmında hiç sorun yaşadınız mı?

Sorun her zaman olur, önemli olan sorun çıkacağını bilerek iyimser kalmak ve bunun üstesinden gelmeye çalışmak. 1985’ten beri bu işin bir biçimde içindeyim, neyle ve nasıl bir okurla karşılaşacağımı bildiğimi düşünüyorum.

-Çizgi romanı gözlemlediğimiz kadarıyla neden daha çok erkekler okuyor?

Erkek hikâyeleri anlatılıyor da ondan. Genç kadınların manga okumasının, kadınların grafik roman okumasının cevabı da burada gizli.

-Hayata geçirmek istediğiniz yeni projeleriniz var mı?

Elbette var, çalışıyorum. Üç ayrı dergide üç ayrı çizgi romana senaryo yazıyorum, bunun dışında iki ayrı albüm çalışmasını sürdürüyorum.

-Sizce çizgi roman Türkiye'de hak ettiği değeri görüyor mu?

Eskiden, yirmi beş yıl önce filan, çizgi romanın küçümsenmesine üzülür, itibarını, sanatsal niteliğini göstermeye çalışırdım, gençtim. Şimdi, okurun iyi hikâyesi olan her şeyle ilgilendiğini biliyorum, işime gücüme bakıyorum. Üretirseniz, iyi hikâyeler anlatırsanız, değer ve itibar da görürsünüz. 

[Soruları, yazacağı bir ödev için Begüm Başarır isimli bir öğrenci sordu.]
Related Posts with Thumbnails