Çarşamba, Ocak 21, 2015

Kurt'un Kur'an'ı



Pek hatırlanmıyor artık, eskiden daha çok kullanılırmış, “Kurt Kur’an’ı okumak” diye bir deyim vardır. Savaştan ve kapışmaktan başka çare kalmadığını anlatır, kimsenin kimseyi dinlemesine, konuşmasına, anlamasına gerek yoktur. Malumunuz, halk ağzına kurt düşerse, kuzu da gelir akla. Kurt, kuzuyla aynı Kur’anı okumaz. Okumasına da gerek yoktur, o, hikmetinden sual olunmaz Kurt’tur. Kurt ya da kuzu değilim derseniz, yandınız. Arada dursanız olmaz, kurtla gülüp kuzuyla ağlasanız hiç olmaz, kurdu ikna edeyim deseniz yine olmaz. Vakti kerahet gelmiştir. Charlie Hebdo Katliamı niye oldu? Sevdiğim, yıllarca ne yapıp ettiklerini takip etmeye çalıştığım çizerlerin ölümüne kahırlanarak, katillerini lanetleyerek soruyorum. Kim Kurt Kur’an’ı okumaya karar verdi?

Aslında sormaya bile gerek yok, çoğunluğun büyük ve gün kadar aşikâr bir cevabı var. Karanlık güçler yaptı elbette! İşte, o kadar. Karanlık denince kalabalıklar kıpraşarak iştahla onaylıyor, ne oyunlar dönüyor, senin haberin yok, birileri düğmeye bastı bir yerlerden diyorlar. Mizansen belli: isli dumanlı bir odada zevkle ellerini ovuşturuyor Baronlar. Viskileri yudumlarken gevrek gevrek sırtarıyorlar. 12 Eylül’ü de onlar yapmışlardı, kardeşi kardeşe kırdırmışlardı. Zamanlamayı manidar bulanlar var pek tabii. Gugıldan taradım İslamofobi varmış, bu hususta sular durulacakken birileri mangalı körüklemişler mesela. Müsaadenizle el artırıyor, X-Files’tan Kara Adamlar diyorum. Onlar tezgâhladılar bu işi, masada taş çaldılar, okeyde çifte gidiyor, kardeş dünyalıları o büyük oyunla birbirlerine kırdırıyorlar.

İnsan, böyle bir katliama Türkiye’den bakınca öncelikle şunu fark ediyor. Dünyada olup bitenlerle zerre ilgilenmediğimiz, istisnasız her devletin bize düşmanlık beslediğine inandığımız için asıl olarak yerli, menemen usulü bir münakaşaya giriyoruz. İlk yaptığımız acılarımızı yarıştırmak oluyor doğal olarak. Ah vah ederek üzülürsen şöyle bir tepki alıyorsun, Doğu Türkistan’a, Filistin’e niye üzülmedin, şehit cenazelerinde nerdeydin türü şeyler sıralanıyor hemen. Ne şerefsizliğin kalıyor, ne gâvurluğun. Üzülme hakkının bir tekeli var, represantları sürekli ayar veriyor kederlenenlere. Hemen arkasından bu “gerçek İslam değil” diyenler çıkıyor, “İslam’da şiddet yoktur, nokta!” diye kestirip atıyorlar. Münakaşalarımız aktüel siyasetle hemhal olarak geliştiğinden, üzülenler AKP düşmanı, ayar vererek hakikati anlatanlar samimi Müslümanlar oluyor. Tarzımız bu. İddiayı seviyor, başka türlüsünü yapamıyoruz. Oysa çok basit bir mantıkla envayı çeşit İslam olduğunu, şiddetin, hoşgörünün ve kanunların uygulanmasının ülkeden ülkeye, kültürden kültüre değiştiğini biliyoruz. Din adına şiddet tarih boyunca olmuştur onu da biliyoruz. Bir ülkede suç olan şey, bir başka ülkede tartışma konusu bile olmayabilir. Kadın namahrem sayıldığı, mahremle uğraşıldığı için şu mukayeseyi yapayım. Anadolu’da bir köye gidersiniz, orada akşama kadar kalırsınız, tek gördüğünüz kadın Muhtarın yaşlı Nenesi olur, bütün kadınlar bir yere saklanmıştır, gitmenizi beklerler. Bir başka köyde daha ilk anda kadınları görürsünüz, gelir sizinle tokalaşırlar. Ramazan olmadan o adamın Müslüman olduğunu, Cuma olmadan namaz kıldığını fark etmeyebilirsiniz. Sahilde başkadır Müslümanlık, Bozkırda başka. Türkiye’de başka, Mısır’da başka, Cezayir’de başka… Ortalama zekâya sahip bir ergenin yapabileceği bir akıl yürütmeyi biz niye yapamıyoruz? Çünkü Kurt’un Kur’anını okuyoruz. Kurt gibi bakıyoruz dünyaya. Karşımızdakine güvenmiyoruz. Kandırıldığımıza inanıyoruz, asıl niyetin başka olduğu fikri fır fır dönüyor aklımızda. Bu yaşıma geldim anladığım şu, zekâyla ilgili tek yapabildiğimiz şey kurnazlık. Kesin olarak kinciyiz ve daima pusuda bekliyoruz. Acılarımızı yarıştırmak, niye üzüldün, niye üzülmedin demek kinciliğimizin, pusuda bekleyişimizin göstergesi değil mi? Bu kadar çok ve kolay ağlayan bir toplumun merhamet gösterenlere merhametsizlik etmesi bu yüzden tuhaf değil, yas sürecini bilmemek filan da değil. Kurnazın konuşması, kincinin küfretmesi, pusuda olanın vurmaya hazır olması gerekir. Başka türlü bir akıl bu. Siyasetçilerimizin “bu yapılanları unutmayacağız” “uyanık olacağız” tehditlerini-uyarılarını düşünün, karşısındakini kurnazlıkla-yalancılıkla-plancılıkla suçlayan hallerini.

Yetimhanede büyümüş, rapçi olmak istemiş-başaramamış, çetelere, kavgalara girmiş, türlü suçlar işlemiş, yirmili yaşları deviren, bir türlü tutunamayan, anlaşıldığı kadarıyla Fransa dışında da yaşayamayan birileri İslam adına hiç tanımadıkları, yetmiş beş-seksen yaşındaki insanları zerre tereddüt etmeden, vicdanları sızlamadan öldürdüler, yerde yatan yaralıyı, karşılarına çıkanları katlettiler. Birilerinden emir almadan, bir başlarına, bu hayatta fark edilmeyi, hatırlanmayı, kahraman olmayı isteyerek yapmış olabilirler mi bunu? Yapabilirler ama Türkiye’de kimse inanmaz buna. Çünkü herkes kurnaz ve herkesin kurnaz olduğunu düşünüyor, kimseyi kesmez bu hikâye. Piyon o katiller deyip geçilir. Klişemiz hazır: birileri büyük oyunlar oynuyor, bu memleket üstünde. Olamaz mı? Olur tabii ne dümenler dönüyor bu dünyada. Hem Kaf Dağı’nda bile kötülük var.

Charlie Hebdo katilleri Peygamberin intikamını aldıklarını haykırmışlar. Peygamber niye intikam alsın diyebilir miyiz? Demeyelim, orada işler karışıyor ve din tartışılmaya başlıyor. Charlie Hebdo’nun derdi Müslümanlık değildi, onlar din karşıtıydı, kendi yaşadıkları ülkenin kanunları çerçevesinde din ve din adamı eleştirileri yapıyorlardı, sayısız defa Katolik Kilisesi tarafından mahkemeye verildiler, beraat ettiler dememizin faydası var mı? Yok! E peki İnancın ve kutsalın mizahı yapılmaz diyenlere, demokrasi olduğunu hatırlatmamızın… Yine yok! Kurt’u niye mazur gösteriyorsun, Müslümanlığı bana niye anlatıyorsun dememizin… Acıları yarıştıranlar, höykürenler, yaftalayanlar, dini savunmuyorlar, ifade özgürlüğüne ve demokrasiye, kendileriyle aynı fikirde olamayanlara saldırıyorlar, katlanamıyorlar diyelim mi? Demeyelim, Kurt’un Kur’an’ı okunuyorsa nafile çünkü.

Ama şunu diyelim. Kurt’un Kur’anı okunacaksa, acıları yarıştıran, gerçek İslam bu değil diyenler hiç bitmez. Kurt doymaz çünkü, yedikçe yiyesi gelir, döner dolaşır, kendinden saymadığı herkesi yer. O kuzu ben değilim demen yetmez, sen değilsen kardeşin, o değilse akraban, hemşerin diyerek keser biletini. Kuzu değilsen tilkisin, tilki değilsen kuyruğusun vs. Mazur gösterenler, tefsir edenler, kinciler, kurnazlar kurtla çuvala girdiklerini bilmeliler, bu akan kan sadece Charlie Hebdo’dan akmıyor ve akmayacak da. Kurt, Kur’an okuyorsa, başka bir şey okumanın lüzumu yok demektir. Kurt’un Kur’anı okunacaksa, Kur’an okuyanlar da yaralanıyor demektir. Bir kere değil yedi kere daha düşünmeli İslamcılar.

[Yazıyı, geçen hafta BirikimGüncel için yazmıştım]

Pazartesi, Ocak 19, 2015

Aksi Gibi


Pınar Öğünç, hayatın manasızlığı içine mutluluk sahneleri koyma gayretlerini... Nefes alır gibi işlenen küçük kötülükleri, istemeden yapılan küçük iyilikleri... Yalnızlığın, tesellinin, tahammülün ve mırıl mırıl söylenen yalanların vesilelerini... Teferruatları, boşlukları, gergin ve gevşek karşılaşmaları, tuhaflıkların derinliğini, kısacık manzaraları anlatıyor. Yan yana ve apayrı. 

Aksi Gibi, beyhudenin, eksikliğin, bıkkınlığın, sıkıntı yok diyebilmenin hikâyeleri… Türkçe edebiyata yeni bir parantez…”Bir derdimiz mi vardı?”

Çarşamba, Ocak 14, 2015

Nergis



Tohumu, toprağı, yağmuru yaşı, kıtlığı, küslüğü, askerliği, Nergis’i konuşan erkekler. Uğunan kabayel, hırıltılar, çırpına çırpına uçan gece kuşları, iğde dalı gibi salınan arzular, havlayan köpekler…

Turgut Ulucan, o küçük köyü, o büyük meseleyi anlatıyor. İnsanın insana ettiğini… Ecel gibi çöken koyuluğu… 

Nergis, bir cinayetin hikâyesi. ..Yeni bir yazardan şaşırtıcı bir ilk roman. “Sonra işte biliyorsun. Nergis kayboldu”.

Kurt'un Kur'an'ı


Pek hatırlanmıyor artık, eskiden daha çok kullanılırmış, “Kurt Kur’an’ı okumak” diye bir deyim vardır. Savaştan ve kapışmaktan başka çare kalmadığını anlatır, kimsenin kimseyi dinlemesine, konuşmasına, anlamasına gerek yoktur. Malumunuz, halk ağzına kurt düşerse, kuzu da gelir akla. Kurt, kuzuyla aynı Kur’anı okumaz. Okumasına da gerek yoktur, o, hikmetinden sual olunmaz Kurt’tur. Kurt ya da kuzu değilim derseniz, yandınız. Arada dursanız olmaz, kurtla gülüp kuzuyla ağlasanız hiç olmaz, kurdu ikna edeyim deseniz yine olmaz. Vakti kerahet gelmiştir. Charlie Hebdo Katliamı niye oldu? Sevdiğim, yıllarca ne yapıp ettiklerini takip etmeye çalıştığım çizerlerin ölümüne kahırlanarak, katillerini lanetleyerek soruyorum. Kim Kurt Kur’an’ı okumaya karar verdi?  (...)

Yazının tamamı için link

Perşembe, Ocak 08, 2015

Peygamber Sabrı


Yukarıdaki fotoğraf, "İslam Düşmanı" iddiasıyla katledilen 1934 doğumlu Wolinski'ye ait. Üç beş yıl önce, İstanbul ziyareti sırasında çekilmiş, Sultanahmet camiinde eskizler çiziyor defterine...

İnsan düşünmeden edemiyor, bir karikatüristimiz, bir sanatçımız başka bir dine ait ibadet evindeyken fotoğraflansaydı nasıl haberleştirilirdi acaba? Hain, yalaka, madrabaz, dönek denir miydi? Diyenler çıkardı herhalde, beş parmağın beşi bir değil...E demokrasi var...

Bugün işe giderken gördüm, Atakule'ye yakın bir yerde, Hoşdere caddesinin sonunda insanlar büyük bir kardanadam/kardankadın yapmışlar... Bir yüzü erkek, bir yüzü kadın, sırt sırta...Hoş, esprili, insanı gülümseten bir şey...Güzel diyorsun... Güzel insanlarmış yapanlar...

Sonra iş yerinde, dayanamadım, dünden beri hiç bakamadığım katliam görüntülerini açtım. Katillerden biri, yerde yaralı yatan, Müslüman olduğu söylenen bir polisi tak diye acımacızca öldürüyordu. Rapçi olacakken katil olan, kendini kahraman sanan, yaşlıları, yaralıları öldüren bir mücahit...Bu da insan...

Dünden beri memleketin öfkeli fanatikleri önce kederlenen her kim varsa onlara höykürüp saydırarak acılarını yarıştırıyor sonra "zamanlama manidar", "niye şimdi bu oldu olay" türünden akılları sıra zeka gösterisi yapıp büyükleniyorlar. Bu vasatlıkla, itiraf edelim, ilk kez karşılaşmıyoruz, kuşaktan kuşağa aktarıyoruz, öyle anlaşılıyor.

Akılları onlara kalsın, şunu konuşalım: acı yarıştırılmaz, hele ortada kan varsa, katil varsa ayıptır, günahtır, ahlaken utanılacak bir pervasızlıktır... Şuncacık merhamet kırıntısını dahi bilmiyor muyuz?

Ben yukarıda fotoğrafını gördüğünüz Wolinski'nin çizgilerini, esprilerini, yapıp ettiklerini biliyorum. Cabu'yu, Charb'ı biliyorum. En az 25 yıldır biliyorum. Katledilmişler, üzülüyorum. İnsanların sırf üzüldüm diye bana garezlenmelerini anlamıyorum, polisler şehit olurken, Filistin'de Müslümanlar ölürken niye sustun deme hakkını nerden buluyorlar şaşırıyorum. Cevabımla ilgileneceklerini bile sanmıyorum. Ben kimseye sen niye üzülmüyorsun diyemem. Aklım almıyor, ama bırakın da sevinenleri de onaylamayayım. Bu kadar basit bir insani ilkeyi öğretemedik mi biz insanlarımıza?

Arkadaşlarım bana niye şaşırıyorsun diyor. Şaşıracağım, insan olan şaşırır. İnsan olan irkilir. Şaşırmazsam, yaralıları, yaşlıları öldüren katillere, o katilleri alkışlayanlara benzerim. Benzemeyeceğim.

Her büyük kutsal kitap,  Adem'le değil, dikkatle okuyun, din ile değil, Adem'le vicdanının hikâyesiyle başlar... Nuh'un hikâyesini düşünün, Nuh kıvranıyor, yağmur, sel, gemi, hepsi bahane... Kasıp kavruluyor...Peygamber sabrı diyoruz, niye diyoruz? Bu kadar mı zor merhamet göstermek...Bu kadar mı zor merhamet gösterenleri kabullenmek...

Bu kavga edenler, höykürenler, yaftalayanlar dini savunmuyorlar, ifade özgürlüğüne ve demokrasiye, kendileriyle aynı fikirde olamayanlara saldırıyorlar, katlanamıyorlar. 

Peygamberin sabrı var, intikamı yok... İntikam filimlerde oluyor, onlar da yaşlıları öldürmüyorlar.

Çarşamba, Ocak 07, 2015

#CharlieHebdo


Kahredici birşey oldu, bir beş yıldır falan olur mu olacak mı diye beklenen, korkulan şey gerçekleşti. Charlie Hebdo'ya saldırıldı ve üç ayrı kuşaktan ünlü çizerler, neşeli, sevimli, hınzır adamlar katledilldiler. Akıl alır gibi değil...

Charlie Hebdo, yabancı düşmanlarını, bağnazlığı, sağ politikaları eleştiren bir dergidir. Derdi Müslümanlık değil bütün dinlerdir. Bilen var mı? Pek yok. Varsa yoksa iki karikatür gösteriliyor. İsrail politikalarına yönelik eleştirileri o kadar yoğundur ki, Türkiye'de o ölçüde eleştiri yapılmıyor örneğin. Kimin umurunda? Millet ciyaklıyor... Ne hakla üzülürsün Filistin'de insanlar ölürken nerdeydin filan...

Yüreğim elvermedi, tek bir görüntüye bakamadım... Sesler geliyor, birileri konuşuyor vır vır...Duydukça tepem atmaya başladı. Neredeyse herkes cinayetleri kınıyor ve ama diye başlayarak pozcu cümleler kuruyorlar, söylediklerine inanmadıklarını gösteren samimiyetsiz ifadeler sarfediyorlar...Diyorlar ki inancın mizahı olmazmış.

Niye olmaz? Bal gibi olur ve oluyor da... Türkiye'de Müslümanlık dışında diğer dinlerin mizahı yapılmıyor mu mesela... Demokrasi varsa, ki var, kanunlar çerçevesinde her türlü düşüncenin ifade edilebilmesi bir haksa, din hakkında da yazılır ve çizilir. Ceza kanunu ve ceza ile ilişkili içtihat geleneği, ayrıksı düşüncenin varlığının teminatıdır, belirleyicisidir. Charlie Hebdo, yerel mahkemelere götürülmedi mi? Eleştirileri yüzünden kendi ülkesinde eleştirilmedi mi?

Ben bir fikre katılmayabilirim, sen katılmayabilirsin ama birileri de bu fikri söyleyebilmeliler. Lafa gelince herkes bu yazdıklarımı bir ağızda sıralıyor. E peki niye inancın mizahı olmaz? Charlie Hebdo, dinlere inanmıyordu, din adamlarına inanmıyordu. E böyle diye öldürüldüler, öldürülmeyi hak mı ettiler? Öldürülünce lafı evirip çevirip su testisi su yolunda kırıldı mı diyeceğiz?

Bana bir Müslüman, Kur'an'da katli vaciptir emrini göstersin...Allahın verdiği canı alma hakkını kim veriyor bir anlatsın...

Merhamet, öğrenilen ve öğretilen bir hissiyat, ben bu memlekette merhametin öğretilmediğini düşünüyorum. Yukarda yazdığım son derece basit argümana bile sahip değil insanlar...

Çok kötü, çok üzgünüm...

"Mizah, hayatın dili, bütün seslerin en dayanıklısı. Kahkahanın patronu, özeti gözyaşının. Yasak edilenin hikâyesi."

Salı, Ocak 06, 2015

Ressamın Takvimi


Zengin bir adam, raflarda tozlanan, hatırlanmayan kitapların yazarından, o çok sevdiği ressamdan şirketi için bir takvim yapmasını ister. 
Ressam, takvimini yazmaya başlar.

Zenci okulu, Andy Warhol, kataloglar, bebek patikleri, pastel boyaları, Ulus’ta bir otel, Posta Caddesi’nde vicdan, kalecik karası, 1984, Almanya’da can çekişen bir başka ressam, yeşil kapaklı günlük, çilek tarlası, can eriği… 

Erdal Ateş, bazen soğuk ama her zaman insanın içine işleyen bir serinlikle anlatıyor. Ressamları, insanları, saplantıları, arzuları, tutunma telaşını…

Ressamın takvimi kısa hikâye güzelliğinde…
Related Posts with Thumbnails