Perşembe, Kasım 04, 2010

Maus

Maus’u tanımlayan ilk şey ne dense diye sorulsa veya hikâye birine anlatılmak istense laf dönüp dolaşıp Soykırıma gelir. Soykırım ise tekrarlanıp duran her şey gibi o kadar uzaklaşıyor ki bize, Yahudilerin 2. Dünya savaşında yaşadıkları da sırf bu yüzden bizi etkilemez hale geliyor. İşin propaganda olduğu, Yahudi lobisinin varlığı ve saire Soykırımdan çok öne çıkıveriyor hatta. Maus’un Pulitzer kazanmasını da buna bağlıyanlar olacaktır muhtemelen. Oysa Maus’u Soykırım hikâyelerinden ayıran birkaç şey var ki, onu gerçekten farklı kılıyor. Kişisel bir not: ödüllere inanmam, ödüller söz konusu olduğunda nitelikten çok pazarlamanın önemli olduğunu biliyorum ama Maus gerçekten farklı olduğu için bu ödülü alabilmiş diyebilirim. Her şeyden önce mevcut çizgi roman olgusunu tanımlayan her ne varsa Maus buna uymuyor.

Böylelikle iki fark belirdi; ilki, Maus herkesin beklentilerinin dışında alışılmadık bir çizgi roman. İkincisi farklı bir soykırım hikâyesi. Üstelik bir fabl hikâyesi gibi dursa da güçlü bir ironi yapılmış, ters yüz edilmiş hemen her şey. Fare olarak resmedilen Yahudilerin farelerden korkması ilginç bir gönderme mesela. Maus'un atlanan bir özelliği daha var. O da azınlık edebiyatının kuşak çatışmasına odaklanan (Kafkaesk denilebilecek) anlatım eğilimine sahip olması. Art Spiegelman, sadece soykırımı değil (belki ondan daha çok) babasını anlatıyor. Hikâyeye katılan otobiyografik bölümler ve Spiegelman’ın bize hissettirdiği öfke Maus’u güçlü kılan özellikler. Okurdan taraf olmasını ya da sempati duymasını da istememiş. Geçen yüzyılın en beğenilen anlatılarına bakılırsa eğer Maus'un da aynı etkiye sahip olduğu görülebilir. Kendini konuşturan bir hikâye Maus, herkesi yorum yapmaya zorluyor.

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails