Pazartesi, Eylül 10, 2018

Anti-Entelektüel Bir Roman


"Bu eser, inkılâpçının cep kitabıdır’ diye başlıyor sözlerine Burhan Asaf [Belge], sonraki yıllarda ayrı politik kutuplarda yer alacakları Falih Rıfkı’nın [Atay], ilk kez 1932 yılında yayınlanan Roman isimli kitabını övgülerle karşılıyor. O yıllarda, CHP yayını Hâkimiyeti Milliye gazetesinin [sonradan Ulus] başyazarı olan Burhan Belge, Roman’ın eleştirilemeyeceğini iddia ederek, olumlayıcı yorum ve yazıları dahi küçümsüyor: ‘[eleştirmek için] aynı siperin içinde dövüşenlerden biri [olmak şarttır]’, öyle ki ‘estetik ölçü’ dahi ‘Roman mahiyetinde eserler için [tek başına] cılız ve zavallı kalmaktadır’ (Hâkimiyeti Milliye, 16.1.1933). Bu hararetli ve iddialı sözleri sadece Burhan Belge sarfetmiyor elbette. 1932’nin son aylarında ve 1933 yılı boyunca yoğun olarak takdir görmüş, sitayişle konuşulmuş bir kitap Roman. Kültürel kapitalizm eleştirilerine dayanan, kendi adlandırmasıyla İstanbul münevverlerini hicveden bir Ankara güzellemesi olarak nitelenebilir. Roman adı aldatıcı olmasın, tezatları resmeden çeşitli gözlem ve fıkra nitelikli metinlerden oluşan bir anlatı aslında bu. Roman isminin tercih edilmesi bile tezatı göstermek isteyen inat ve öfkeden kaynaklanıyor. Kitabı olumlayan Reşat Nuri [Güntekin] şöyle diyor: ‘Romanda bir roman, bir macera, şuh kadınlar ve zarif erkekler arayanlar yanılacaklardır. Onda bu gibi eşhasa tesadüf edilmez; tesadüf edeceğimiz yegâne şahıs müellifin kendisi, sonra her kelimede sezilen asil kaygısıdır’ (Hâkimiyeti Milliye, 9.1.1933). Gerek edebiyatçılar gerekse rejimi savunan entelektüeller, popüler edebiyatı benzer biçimde eleştirmişlerdir. Bu klişe, Reşat Nuri’ye de bir eleştiri olarak yöneltilmiştir örneğin. Burada ilgi çekici olan, alaycı bir dille (Ataç, Roman’ı hiciv saymış, üstelik Voltaire’in Candide’i ile karşılaştırmıştır) İstanbul’un ve yarattığı auranın eleştiriliyor olmasıdır. Roman hakkında yazılanlar dahi ‘İstanbul tenkidi’ adı altında toptan değerlendirilmiş, kitabın ‘sanat telakkisiyle Avrupa’ya bakarak’ irdelenmesinden rahatsızlık duyulmuştur: Üstelik ‘Avrupa’nın kendisi, bir hezal ve tereddi havası içindedir’. Falih Rıfkı’nın kitaptaki ifadesiyle ‘sanat, edebiyat, makale, gazete, mecmua, seyahat, her şey davaya yardım için ve ettiği kadar alınır, [ancak] o kadar kıymet verilir’. Daha açık bir ifadeyle ne sanat ne de roman, inkılâp kadar önemli değildir, roman inkılâba katkı sağlıyorsa faydalıdır. Bunu dışındaki her şey İnkılâbı tehlikeye düşürür. Oyundan, kaçıştan, hainlikten, yalandan başka bir şey değildir.

Roman’da yazılanlar düşünülürse, Falih Rıfkı’nın edebiyatı küçümsediği, hatta kanonik nitelikli olsa bile ikincil önemde saydığı görülebiliyor. Sanat için yazdıklarını işadamları için de söyleyebiliyor alelusul: ‘işadamı milli kazanca yardım ettiği kadar, milli menfaate uygun düşündüğü kadar faydalıdır’. Asıl telaşı ve çabası, sanat değil milli menfaat, fikri mukaddes, inkılâp, hâkimiyettir: ‘keyif için sanat, eğlence için yazı, hatta tuhaflık için mizah yapabilenlere şaşar kalırım’. Çarpıcı cümleleri var, anlaşılıyor ki devletten beklentisi olan, himayesizlikten şikâyet edenler için yazıyor bunları: ‘neye yarar olduğunu göstermedikçe sanatı himaye ettiremeyiz’; reçetesi oldukça açık: ‘edebiyatın her türlüsünü esnaflaştıran, düşüren, söndüren şey davasızlıktır’. Ortaya çıkanın sanat sayılmamasını eleştiriyor: ‘bu sanat küçüktür de, terbiyesi davamızın başlıca işi olan kalabalığın şimdiki soysuz meraklarını kollayan, şehvet tellallığı, sirk maskaralığı, akıl ve zevk uşaklığı eden sanat mı büyüktür?

Roman, Serbest Fırka ve Matbuat Kanununun yenilenmesi gibi gelişmelerin ardından yazılmış, biliyoruz ki beklenmedik biçimde bir muhalefetle karşılaşmak, kurucu kadroyu ziyadesiyle rahatsız etmiş. Roman’ın somut bir muhalefete, belli isimlere karşı yazıldığını söylemek istemiyorum ama kesinleşmiş, kendini belli etmiş bir ‘düşmanın’ akılda kaldığını, her defasında ona cevap verildiğini düşünüyorum. Çünkü en azından kırklı yılların ikinci yarısına kadar perhizci Ankara ile hedonist İstanbul mukayesesi usanmadan yapılmıştır. Roman’ın 1952 yılında yeniden basılması bile bu anlamda manidar, Demokrat Parti ‘başkenti yeniden İstanbul’a taşıyınca’ diyelim kısmen de abartarak, otuzlu yılların bu hiciv kitabı hatıra gelmiştir. Bir tepki olarak tercih edildiği rahatlıkla söylenebilir. CHP’li Falih Rıfkı, Ulus’tan uzaklaştırılmış, 1950 sonrasında İstanbul’da, Bedii Faik ile birlikte Dünya gazetesini çıkarmaya başlamıştır. Bir yenilgi ertesinde, mücadeleye yeniden başlarken Ankara motive edici bir simge olarak gösterilmektedir. Falih Rıfkı için Ankara ‘millidir’, İstanbul ‘beynelmilel’ ve daha önemlisi ‘Türkiye’nin maddi manevi hacmi yalnız milliye elverişli bir hacimdir’. Beynelmilel olan yalnızca Moskova da değildir, liberalizme de direnmek gerekmektedir; yerli sermaye şartı kalkarsa eğer diyerek olası bir Türkiye’nin tablosu çizer: ‘İstanbul’dan Erzurum’a kadar her tarafta makinenin (abç) ocağı tüter. İstanbul birkaç sene içinde Şanghay’a, fakat İstanbul Türklüğü de Eyüp sultan kordonu içinde hapsolmuş Çin yerlisine, Hint dokunulmazlarına döner’.

Sözü günümüze getirmek niyetinden değilim ama yapay karşıtlıklar yaratarak, şehirlere, bölgelere, ülkelere bir insanmışçasına kimlikler atfetmek ya da evrensel olana karşı cepheler oluşturmak kuşkusuz yeni değil, süregelen yerel ve kolektif bir birikime dayanıyor. Roman’dan yaptığım alıntıların kimilerinin bugün de konuşulur olması kitabı değerli kılmıyor, ondan bağımsız olarak gelişen, basitliği nedeniyle kolay benimsenen bir anti entelektüelist damar çünkü bu. Roman da aynı sebepten unutuldu… Bugün hatırlanmaması, Falih Rıfkı denildiğinde akla gelmemesi tesadüf değil.

[Roman, Falih Rıfkı Atay, Varlık Yayınları, 1964, 3.Basım ]

Birgün Kitap, 6.2.2010

1 yorum:

Faysal Baysal Utku dedi ki...

Falih Rıfkı ve onun kafasındakilerin insan tipi kurgusaldı. Halil Berktay esinlemenin Alman "volk" fikrinden geldiğini yazmıştı bir ara. Yani uzak geçmişteki pagan Germen kabileleri gibi yüceltilen ideal Türk insanı. Saf, bozulmamış, bulanmamış, homojen, işte ne denirse artık.... Konstantinopl karşıtlığı normal olmalı. 1930'lar aynı zamanda heterojenliğe de karşı olma gibi sanki.

Related Posts with Thumbnails