Çarşamba, Şubat 24, 2010

Erken Doğdu

Suavi Sualp, saçmanın, abartının, kafiyenin, çapkın enişte-fettan baldızın, kaytan bıyıkların, mutsuz kadınların, hergelelerin mizahı. Hepsi birden. Küçümsenen, meslektaş husumeti çeken bir üslupçu. Toplumcu, ahlâkçı mizahın kurbanı. Metin Üstündağ’ın, Can Barslan’ın dedesi, bilmiyorlar, hastahanede karışmış. Hep kendini çizdi, yaşayamadıklarını anlattı. Klark çeken, elma yanaklı çapkın ve kibar hırsızları oldu. İç sesi hep hikâyedeydi, mutlu sonlara nanik yaptı. Sıkıldı, hikâyeleri yarım yarım bitirdi. Cilalı İbo, Adanalı Tayfur ve Aydemir Akbaş’tı. Utanmaz Adam olamadı. Ökkeş hiç değil. Kuşağının en çalışkanıydı. En maymun iştahlısı da. Daima üvertür kaldı. Her boşluğu o doldurdu. “Hemen, o anda, son anda, vakit daralırken”. Çalışmazsa aç kalacaktı. Yoksul öldü, erken doğdu. Hayırsız zamanların mizahçısıydı.

Çarşamba, Şubat 17, 2010

Çolpan'ın Sadri'si

Mektep önünde “yenihayat” satan çocuk. Ne keskin jilet ne de kahkahadan bir duvar hayata. Çolpan’ın Sadri’si. Balıkçı meyhanesi. Toprağa eğilmiş turistömer çiçeği. Denizde anafor, kıyıda tutuklu bir harf. Sadri Alışık, âşık pencere.

Gençlik Parkında Bir Delikanlı

Fotoğraf: Solak11
link

Salı, Şubat 16, 2010

Aşk

Fotoğraf: Can Su Boğuşlu
link

Zalim Dünya

Mendilden bayrak yapmış çocuklar, koştukça tıplatıyor atardamarını memleketim “tüm eserlerinden”. Akıllarda vurdulu kırdılı bir film, Suzi’nin çilleri. Metafordan gökyüzünün altında alışılmış ıstıraplar, yukarı akan dereler. Zamanı söyleyen çizgiler Engin Ergönültaş’ın. Yürüdükçe kanayan Edip Cansever, trenden inen Egemen Berköz. Büyük rıhtıma dayalı azınlık gemisi kenar mahalleler. Zalim Şevki ve Kelek Osman, çatıdaki güvercin gurultusu. Ne kadar ekmek o kadar köfte, gaddarlığı hayatın.

Pazar, Şubat 14, 2010

Şudur, budur...

Bir adamın ayağı takılıyor, hoop güm yere. Etrafta doymaz gülmeler, öldüren. Karagöz’ün karnı ağrıyor, çıkıp peşisıra atıyor kendini kahkaha denizine, katillerin önüne, hoop güm yere. Mizah budur.

Cuma, Şubat 12, 2010

Şeytanı ve Sofusu

O geçerken sokaklardan kıtlıktan çıkmış gibi bastırır kahkahalar. Güldürmezse ölecek soyundan Muammer Karaca. İmlasız çocuk, lafazan ve ukala bir peygamber. En uzun konuşması, mizahın. Ruhu çizgili pijama, gülsuyu, yağsız krem, penbe göynek, gıcır köstek. Hasat parasından tutuşan tiyatro. Şeytanı ve sofusu tren garlarının, köyden indim şehirin. Selamı var bütün göçmenlerin.

Çarşamba, Şubat 10, 2010

Çınlayan Şehir

Yeryüzünün belleğidir kahkahadan şehirler; orospuları, denizcileri, rakkasları, yabancıları ve acıları çağıran. Faslı Yahudi’nin müziği, Leyla Murad’ın dansı ve gemiler dolusu Ümmü Gülsüm çalar sokaklarında İskenderiye’nin. Deniz, şarap ve esrar, terlemiş apışaraları. Türüyor kahkahalar melezlikten. Yeryüzünün tüm dilleriyle kardeş büyüdü İstanbul çocukları. Onlar kadar “uçamıyordu” küçük Türk, yüzyılın dibinde. Ne sıvırya belsuyu kokan siyah saçlı kadınlar ne de esmer Ortodokslar, Yargo Bacanos ve diğer sünnetliler. Madrigal emziriyor uzun saltanatlı konuşmaları. İstanbul, denize atılmış kahkaha, yurtsayan ve yurdu bilinmeyen. Göbek bağıdır İskenderiye ve belki bütün liman şehirleri, yarışan kahkahalar. Naşit, hâlâ gülüyor. Bağırır bir eskici dayı, aşkın gözyaşları, Ferit Atraş ve Gencebay. Şu Kürtler de olmasa nasıl çınlayacak bu şehir? Gittikçe gidiyor gemiler ve yazılmıyor bu mermere harfler.

[Çizgi: Şenol Bezci]

Bağırmak Gerek

Salı, Şubat 09, 2010

Bahçeye Kaçan Kedi

“Ne çok insan vardır her şeye evet ve amin diyen!” ihanetin prelüdü ve sıradan hain düşünceler... Yazarları durmadan pazar gününü yaşar, bozulan zamanı, mutlu çocukluklarını ve elbette taksiciler ile temizlikçilerini anlatırlar. Yoksulluğu konuşmak sapıklığı estetiğin... Öteki Türkiye, birikmiş dosyalar, sarhoş eden rakamlar... Sel basmış memleketi... Çeneleri köşeli aktörler, kalçaları yuvarlak manken-kızlar ve kendinden utanmayan kahkahalar...

Yeraltının dumanı tütüyor, konuşulmayan yangınlardan... Sallanan ay, dilek fincanı, kuyuya düşen çocuklar, buruce lii.. Babası bulut, anası çağlayan özlemler. Taksim’de uluyan otomobil alarmları. Televizyon, koca dayağı, binbir gözlü beddua ve Ülkücü hezeyanlar.

Mizahçılara ayrılmış bir cennet yoktur. Her kedi bahçeye kaçar. Topa tutulmalı dünya ne olup bittiği anlaşılsın diye. Mizahın birinci cildinde böyle yazar.

Portre

Fotoğraf: Serdal Güzel
link

Cumartesi, Şubat 06, 2010

Baruter

Perdeleri rüzgârlanmış oda. Kuştüyünün yolculuğu. Şehrin götünü çizen adam. Bahçeye kaçmış kedi. Sperm kokan erkekler, zembereği boşalmış kadınlar. Absürd ile estetiğin arasındaki dokuma tezgâhı. LeMan’ın vitrini. L-Manyak, Fırt değil, Lombak’tan alınan feyz. Bahadır Baruter, doksanlı yıllar mizahının tarih kitabı. [Mehmet Turgut'un bir fotoğrafından kesit alınmıştır]

Cuma, Şubat 05, 2010

Bebeler...

Fotoğraf: Ali Koçoğlu
link

Briyantinli…


Mizahın tango mevsimiydi, Ramiz. Plajlara dadanmış fırça. Sahnesinde harcayan, bölen ve çarpan çıplaklıklar. Dudak izinden tarih bıraktı geriye, bütün hazları birden isteyen. Ağustosböceği, jartiyerli bacaklar ve hamamcı düşler. Memleketin en iri kalçasıydı Tombul Teyze. Ramiz, özlemlerin tapınağı, okunmayan espri ve elmanın tadı. Uzun ve sıcak yazlar, aslı astarı olmayan kadınlar yuvalanmıştı çizgisine. Briyantinli mizah, Şecaattin Tanyerli, Yahya Kemal ve ekmeksiz dizeler.
(Kareler Ezcacıbaşı Sanal Müze'den alınmıştır]

Perşembe, Şubat 04, 2010

Güneşi Öldürmek

Fotoğraf: Metin Demiralay
link

link2

Yükseklik Korkusu

Mizahın tanrısı, bedenin günahlarına, küfürlere gülerek bakar. İstifi, montajı ve sonraki rotuşlarıyla “hatalı” insanları vardır onun, konuşmayı hayat sayan. Mutluluk çayırları, kahkahadan evler, bereketli sofralar, ateşli ve komik aşklar, aforoz debdebeler, ciddiyetler sakızdır dininde. Boğazına yasak takılmış bir afacanın düşleridir mizahın tanrısı. Kemal Sunal’ın dişeti, zemzem suyunda yıkanan “Tosun”, erken öten horoz, kavuk ve dama çıkan oğlan’da dolanır durur, bulaşıcı ve çıplak. Sevişmenin ve uçurumun kıyısında yükseklik korkusu. Tümünü Yasla
[Çizgi: Şenol Bezci]

Pazartesi, Şubat 01, 2010

İlk Okudukları Polisiye

Avantür edebiyatının iştahla tüketildiği bir evde büyüdüm. Serüven romanlarından, best seller yazarlarından uzun uzadıya bahsedildiği, filmlerin önemli vakitler ayrılarak izlendiği bir evdi bu. Babam, yetmiş yaşını yeni devirdi, günde en az iki film izlemeyi, aralıklarla da olsa tarihi romanlar okumayı halen sürdürüyor. Böyle bir evde çocuk olunca lanetlenmiş türlerle ister istemez hısım akraba oluyorsunuz.

İlk okuduğum polisiye, “Şarlok Holmes”ti. Hadise Yayınlarından çıkmış, 1960 öncesinden bir kitaptı galiba. İtiraf etmeliyim ki karıştırıyor olabilirim. Çizgi romanlar, filmler, saklanmış gazeteler, dergiler, kupürler, tefrikalar, eve girip çıkan kitapların dolaşımı küçük bir çocuk için hayli yoğundu.
Örneğin Başak Yayınevinden çıkmış kitapların hayal dünyamı ziyadesiyle etkilediğini hatırlıyorum. Belki onları daha önce okumuşumdur. İlkokuldayken bir arkadaşım Baskan Yayınlarının kitaplarının dünyanın en iyi kitapları olduğunu söylemişti, üstelik Amcası bunların hepsine sahipti; sadece o da değil, çıkan her çizgi roman, her çocuk dergisi ve sayamayacağı kadar çok heyecanlı romanı olan amcasının tam tamına yüz bin kitabı vardı. “Amma atmıştı canım”, eve gidip kitaplarımızı saymıştım. O amcanın hiç görmediğim kütüphanesi sayısız kez girdi rüyalarıma. Dayanamayıp, merakla, Halk Kütüphanesinden Baskan Yayınları kitapları almıştım. Şişedeki Mesaj, Limandaki Yabancı… Ne heyecan verici isimlerdi. Nostalji payını hesap etmiyor değilim ama “hepsi harikaydı, baş döndürücüydü” demesem haksızlık etmiş sayarım kendimi.
Çocukluğumda günde bir kitap devirdiğim dönemler olmuştur, hemen hepsi Baskan Yayınlarının kitaplarıyla geçmiştir. Gerçekten sıkı polisiyeler vardı içlerinde.
[cinairoman sitesinin İlk Okudukları Polisiye anketine verdiğim yanıt]
link
Related Posts with Thumbnails