Cuma, Mart 24, 2006

“Keyifli” Bir Seyir Hali

Konuştuğumuz dil, düşünce ve davranışlarımızı, algılama biçimlerimizi doğrudan etkiler. Çeyrek asır önce, farklı dilleri konuşanların dünyayı farklı biçimlerde deneyimleyerek yaşadıkları görüşü pek de tartışılmadan kabul görebilirdi. Bugün, globalleşmeye bağlı olarak farklı yorumlar yapılıyor. Hollywood’un, televizyonun, İngilizce’nin etkilerinden söz ediliyor. Yerel dillerin giderek kaybolmasına karşı geliştirilmiş muhalif tepkileri hemen her ülkede görebilmek mümkün. Asıl ilginç olan, globalleşmenin politik bir arka planla birlikte dillere sirayet etmesi; sözcükleri, yorumları belirlemesi; bir alışkanlık yaratarak dilsel seçimleri etkilemesi.

Bilmem dikkatinizi çekiyor mu? Televizyonlardaki sohbet programlarında, Talk Showlarda veya çeşitli sanatçı röportajlarında konuşmacılar sıkça keyifli sözcüğünü kullanıyorlar. Keyifli bir ortam, keyifli bir çalışma ya da keyifli bir birliktelikten söz ediyorlar. Genellikle ya yaşarken mutlu olunmuş, geçmişe dair bir “an”dan ya da yapılacak bir işten söz ederken tercih ediliyor: “Keyifliydi”, “müthiş keyif aldım” veya “mutlaka keyifli olacak” . Bazen minimalliği işaret edebiliyor: “Öyle büyük-iddialı bir film değil bu, keyifli bir şey yapmak istedik sadece”. Doksanlı yıllarda çokça kullandığımız sözcüklerden biri “hoş”tu. Filmler, romanlar, kadınlar, erkekler, şarkılar, ambiyanslar, mekânlar hep hoştu. Bugünün modası “keyifli” demek, “hoş” ve “çook güzel”se peşi sıra geliyor. Biri “müthiş keyifli” derse onunla hem fikir olan bir başkası –iki o’lu- “çook güzel”i ekleyiveriyor. Keyifli adamlar ve yazarlar var artık, keyifli oldukları anları anlatıyorlar bize. Nereden çıktı bu “keyifli” sözü derseniz eğer, kendisi için İngilizce’deki “cool”un bir tercümesidir diyebilirim.

Sadece bizde değil, hemen her yerde, entelektüeller arasında moda olan bir deyiş ya da tavır, toplumda yaygınlaşırken ister istemez farklılaşıyor, özellikle televizyonun “diline dolanırsa” adeta bukalemunlaşıyor. Haliyle cool da aynı “tornadan” geçmiş. Ayrıca bireyselliğe ve hazcılığa engel olduğu varsayılarak “tatsız” bulunan marksizm’e yönelik eleştirelliğin bu moda sözcüklerin yaygınlaşmasındaki katkısı su götürmez. Ben vurgulu konuşma ve monologlara bu sözcük ve deyişler oldukça denk düşüyor.

“Ben beğendim”, kimin ne söylediğini umursamamak; “müthiş keyifli” veya “çook hoş” ise romantik bir kişisel ifade olarak okunabilir. En azından rasyonel ve mesafeli olmadıkları kesin, daha çok heyecanlı, iddiacı, duygulu ve “duyarlı” bir tepki sayılabilirler. Zaten “duyarlı olmak” da bir dönemin moda deyişiydi. Duyarlı bir toplum arzu ediliyordu; Feminist mizahı “duyarsız erkekleri” gırgıra alıyor, “yaşananlara karşı duyarlıyım” diyen arabeskçiler nerdeyse solcu sayılıyordu. “Siyaseten doğruluk” diye tercüme edilen politically correct anlayışının duyarsızlıklardan bahseden konuşmaları etkilemediği söylenebilir mi?

Cool ve politically correct, İngilizce’de de olur olmaz bir çok yerde, farklı durum ve olgular için kullanılabiliyor. Farklı dillere dahil olurken eklektik ve muğlak anlamlarını da taşımış oluyorlar. Örneğin on yıl kadar önce Türkçe’de samimi olmak cool bir tavır olarak gösterilirdi; içinden geldiği gibi davranan, duygularını kolaylıkla açığa çıkartanlar (politik veya apolitik anlamda) duyarlı ve (dürüst, dobra ve pervasız anlamında) samimi bulunurdu: “Samimi değilsen halk inanmaz”. Oysa bugün, samimi olmak-kameraların önünde ağlamakla özdeşleştirilerek deşifre ediliyor, uncool bir tavır sayılabiliyor.

Sonuçta, cool ve politically correct, kimi zaman yerel bir içerikle ama mutlaka çelişkili ve eklektik biçimlerde Türkçe’de seyr ü sefer halinde dolaşıyor. Keyifli, hoş, duyarlı ve samimi olmak şimdilerde nüfuzlarına geçirdikleri terimlerden.
[11 Kasım 2003, Milliyet Popüler Kültür]

Hiç yorum yok:

Related Posts with Thumbnails